top of page

Tatlı Telaş

Feyza Nur Kaya'nın kaleminden...

- Pamuk şeker ister misiniz küçük hanım?

- Baba!

Aniden uyandım rüyamdan kan ter içinde. Yine babamın evimize geldiğini görmüştüm. Rüyalar olmasa acaba ne zaman kavuşabilecektim ona. Rüyalar kabus gibi acıtmalı mıydı canımı peki? Yoksa canımı acıtan gerçeğin ta kendisi

miydi?

Babam Mikail, başarılı bir devlet memuruydu ve bir görev için uzaklara gitmesi gerekiyordu. Gitmesine gitmişti ama dönüşü ne zaman olacaktı bu gidişin?

Annem Serpil, babamla her konuşmasından sonra onun yakın zamanda geleceğine kendini inandırarak hemen mutfağa koşar ve başlardı marifetlerini konuşturmaya. Bazen fazla tuzlu bulduğumuz yemeklerin nedense onun akan gözyaşlarından kaynaklandığını düşünmekten ise kendimi alamıyordum.

Erkek kardeşim Harun, ergenlik dönemine babamın yokluğunda girmeseydi belki de hepimiz için çok daha kolay olurdu her şey. Telefonla her ne kadar konuşsalar da sanki bir baba sarılmasına ihtiyacı varmış gibi

gelirdi onu ne zaman izlesem. Sanki babam ona sarılacak ve onun dertleri son bulacak.

Küçük kız kardeşim Mina'yı ise sık sık arkadaşlarına babamın yakında geleceğini anlatırken buluyorum. Hatta geçenlerde yemek yerken bize "babam eve bir gelsin, elinden tutup mahallede üç tur atacağım ve yakışıklı babamla herkese hava atacağım." bile dedi.

En küçüğümüz Can için ise "baba" kelimesi şimdilik neredeyse çok da bir şey ifade etmiyor ama içten içe bu kelimeyi en derininde hissetmek istediğini biliyorum.

Ben mi? Narin ben, şu gördüğünüz fotoğrafta en önde koşan o heyecanlı kız anlayacağınız. Kardeşlerin en büyüğü, babasını en çok tanıyan ama en çok da

bekleyeni. Olsun babam hep derdi ki "devlet işi beklemez." Vatan sağ olsun, biz bekleriz. Yeter ki O, sağ salim gelsin evimize derken bir gün beklenmedik bir saatte telefonumuz çaldı. Evi büyük bir sessizlik sardı. Annemin elleri titremeye başladı.

- Anne! Açmayacak mısın?

- Anne! Kim arıyor bu saatte?

- Birine bir şey mi oldu?

Doğru ya! Böyle saatlerde çalan telefonlar genelde kötü haberci olarak anılırdı. Annemin titremesi bundandı demek. Annem tüm gücünü topladı ve telefonu açtı.

-Alo!

- Ahu gözlüm! Benim Mikail!

- MİKAİL!

- Babammış! Oh! Diye bağırdım istemsiz.

- Mikail, çok korktuk bu saatte çalınca telefon. Her şey yolunda mı?

- Hazırlanın, geliyorum eve. Haberi alınca dayanamadım aradım hemen sizi. Saati de fark edemedim.

Annemin gözünden akan yaşların güzelliği karşısında derin düşüncelere daldım. Sevgiden ve mutluluktan da ağlardı insan, doğru.

O gece hiçbirimizi uyku tutmadı, eve geleceği saatleri, dakikaları sayarken evi bir bayram telaşı sarmıştı. Annem hemen mutfağa koştu, "en sevdiği yemekleri yapayım, özlemiştir o şimdi."

- Anne! Tütülü eteğim nerde babam beni bir

prenses gibi görsün istiyorum.

-Anne! Babamla oynarız diye sakladığım kamyonum nerde?

- Amma abarttınız geliyor işte babam, bu kadar koşturmaya ne gerek var?

Diyordu evimizin ergeni heyecanını saklamaya çalışırken. Ben ise elim ayağıma dolaşmış şekilde oradan oraya koşuyor, bir şeyleri düzeltip değiştiriyordum. Karnımdaki kelebekler ise sanki mide bulantısı olarak bana dönüyordu.

Sonrası mı? Her şeyi anlatmaya gerek var mı? Fotoğrafımız her şeyi fazlasıyla anlatmıyor mu?



80 görüntüleme5 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Dümdüz

bottom of page